"Mültecilik en temel insani hak olarak, yalnızca hukuki değil fiili olarak da herkese tanınmalı. AKP’nin sadaka ekonomisini değil, adalet ve eşitlik temelinde bir yaşamın hayata geçirilmesini istiyoruz"
Son dönemlerde savaş ve benzeri nedenlerle Türkiye’ye sığınan mülteciler yükselen ırkçı söylemlerle hedef alınıyor. Türkiye’de resmi rakamlara göre 4 buçuk milyon mülteci var. Kayıtsız/kimliksizlerle birlikte bu rakamın 7-9 milyon arası olduğu tahmin ediliyor.
Kitlesel göçün başladığı 2011 yılından itibaren devlet, mültecilere ne etkin bir hukuki koruma, ne de haklarına etkin bir erişim sağlıyor. Bu durum mültecileri her türlü tehlikeye açık hale getiriyor.
Dört bir yanlarında şiddet var
Mülteciler Türkiye’de kaçak veya düşük ücretle güvencesiz çalıştırılırken, anadilde eğitim göremiyor ve neredeyse her alanda her türlü şiddete maruz kalıyor. Mülteci çocuklar işçiliğin yanı sıra erken yaşta evlendiriliyor ve kız çocukları erken yaşta gebelik yaşamak zorunda kalıyor. Kadınlar ise göç yollarından başlayarak çalışma alanında, sokakta, aile içinde şiddete, tecavüze ve tacize uğruyor.
İktidarın ‘seyreltme’ politikası
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Göçmen ve Mülteciler Komisyonu’nun raporuna göre; 2022’de AKP-MHP iktidarı seyreltme politikasıyla, statü ayrımı gözetmeden (Uluslararası koruma, geçici koruma gibi) tüm mültecileri bağlayan, kimliksiz mültecilerin geri gönderme merkezlerine toplanmasından kayıtlı oldukları illere yönlendirilmelerine, birçok il ve ilçenin kimliklendirmeye kapatılması gibi birçok uygulama hayata geçirildi. Önümüzdeki dönem devletin mülteci politikasındaki temel hedefleri, ülke içindeki mülteci nüfusu yaklaşık 5 milyon ile sınırlamak, 2-4 milyon arasındaki nüfusu ise çeşitli yöntemlerle sınır dışı etmek.
Kadın ve çocuklar tehlikede
Özellikle son iki yıldır iktidar, muhalefet, medya ve düzen içi politik aktörlerin ırkçı söylemleriyle yaratılan mülteci düşmanlığı toplumun tüm kesimlerine yayılarak, mülteci toplumuna yönelik, planlı, örgütlü linç girişimleri gerçekleştiriliyor.
Topluma yayılan bu ırkçı gelişme, linç girişimlerinin, mülteci toplumunun bir arada yaşadığı Kürt, Alevi, Roman bireylere yönelme riski de taşıyor. Yanı sıra yükselen bu ırkçı söylem ve uygulamaların en büyük yükü kadın ve çocukların sırtına binecek. Bugüne kadar yaşananlar da gösterdi ki her ırkçı dalga, mülteci kadın ve çocuklara vahşet boyutlarında şiddet olarak geri döndü… Bu bilgiler ışığında, HDP Göçmen ve Mülteciler Komisyonu Eş Sözcüsü Gülsüm Ağaoğlu sorularımızı yanıtladı.
*Mülteci karşıtlığı son günlerde yeniden ısıtılıp gündeme girdi. Bu tartışmanın çıkış nedeni nedir?
Mülteci karşıtlığını son bir kaç haftadan okursak yanlış yaparız. Bu sistematik olarak 1 haftada göz önünde olsa da asıl olarak Türkiye’de varoluşlarını takiben sosyal demokrat diye anılan partilerin dahi desteklediği, “onlarla aynı yerde denize girmem” gibi ayyuka çıkan mülteci karşıtlığını biliyoruz.
*Mültecilik bir sorun mu?
Mültecilik bir sorun değil, mülteciliği ortaya çıkaran nedenler sorundur. En başta da buna savaştan bahsedebiliriz. Yoksa hiç kimse yaşadığı, hatıralarının olduğu bir yeri keyfi nedenlerle terk etmek istemez. O nedenle savaşı değerlendirmeden ve savaşın başlamasına itiraz etmeksizin, savaş politikalarına itiraz etmeksizin mültecilikten bahsediyor olmak başlı başına yanlış bir okuma olur. O yüzden partimiz de mülteciliğin değil, mülteciliği yaratan nedenlerin sorun olduğunu söylüyor. Mülteci sorunu diye bir kavramı da kategorik olarak kabul etmiyor. Dönemsel olarak artan oranlarda mülteciler üzerinden şekillenen bir AKP-MHP politikası var asli olarak.
Erdoğan Suriye’de Müslüman Kardeşler benzeri bir iktidar olma beklentisi içerisindeydi. Bu nedenle müdahalede bulundu. Öyle olmayınca, mülteciler gelmeye başlayınca, o zaman ‘ben bunu nasıl yarara çeviririm’ diyerek, mültecileri kullanışlı malzeme haline getirdi. Özellikle Avrupa ve AB ile ilişkilerinde bunu tehdit aracı olarak kullandı.
*Hem Türkiye hem de AB, Avrupa ülkelerinin mülteci konusundaki politikalarını biraz açar mısınız?
Tabii bu politikanın iki yanı var. Bir Türkiye tarafı var, bir de kendi standartları zarar görmesin isteyen AB, Avrupa var. AB, Avrupa ülkeleri dönemsel olarak Türkiye’ye para gönderip, mültecilerin Türkiye’de kalmasını sağlıyor ve Türkiye’deki insan haklarının ihlal edilmesine göz yumuyorlar. Türkiye’den beklentileri de mültecilerin kendi ülke sınırlarına geçmemesi ve Türkiye’de kalmalarıydı. Sırf Türkiye bu işin müsebbibi diye anarsak, Türkiye’nin bu konudaki sorumluluğundan bahsetmemek için söylemiyorum, elini kuvvetlendiren AB’nin bu konudaki tutumu oldu.
Taliban’dan kaçan Afganistanlıların durumuna bakarsak. Gelenlerin hep erkekler olduğu, ailelerinin gelmediği, bu geçişleri yapanların burada laiklik karşıtı unsurlar olacağı yönündeki duyarlılıklarla, yanlış bilgiler üzerinden mülteci karşıtlığı türetildi.
*Mülteci karşıtlığı konusunda medyanın bir rolü var mı?
Medyanın yanlış yönlendirmelerinin çok büyük ölçüde payı var. Zaten Türkiye 5-6 ay öncesinden bir seyreltme politikasını hayata geçirme kararı almıştı. Geri gönderme merkezlerinde dönemsel olarak kendi onayları dışında. Ama kendi onaylarıymış gibi zorla imzalarla insanların sınır dışı edildiğini biliyoruz. Oysa Türkiye’nin de imzalamış olduğu uluslararası sözleşmeler bu durumu hukuksuz kılıyor. Mültecinin yaşam tehlikesi hala sürüyorsa geri gönderilmemeleri sağlanmalı. Ama tüm bunları göz ardı ederek bunu yapmaya karar verdiler.
*Türkiye’de mültecilerin yaşadığı koşullar nedir?
Güvencesiz, insan onuruna yakışmayacak şartlarda çalışıyorlar. Tabii onların bu şartlarda çalışmasını göz ardı eden Türkiye’deki yoksullar, emekçiler de “benim ekmeğimi çalıyor” söylemini kullanıyor. Onlara karşı yanlış bir yönelime geçiyorlar. Halbuki biz “onlar senin ekmeğini çalmıyor, AKP-MHP iktidarının yürüttüğü insanlık dışı politikalar, güvencesiz çalışma koşullarıyla siz karşı karşıya geliyorsunuz” diyoruz. İstenmesi gereken ortak mücadele, bayrağı ortak kaldırmak.
Karşıtlığı türeten düşmanlığı yaratan koşullar diye bakıldığında bunlardan bahsedilebilir. Bu ırkçılığın yükselmesinde fonlarla çalışan, “muhtaçlık” ya da “mahkum olma” gibi bir politikayı körükleyen ve insanları bu politikalar üzerinden yanlış bilgilendiren STK’larında sorumsuzluğunu eklemek isterim.
*Peki, iktidar son günlerde mülteci karşıtlığı üzerinden bir gündem attı ortaya. Aynı zamanda şu an sınır ötesine yürüttüğü bir saldırı var. İç siyasette de krizlerle boğuşan iktidarın bu hamlesini nasıl yorumluyorsunuz
Enflasyonun ya da hayat pahalılığının nedeni, AKP’nin yürüttüğü akıl dışı mali politikaların olduğunu biliyoruz. Bunların müsebbibi mülteciler değil. AKP-MHP iktidarı kendisi hem mali hem de askeri yönden acze düştüğü zaman bütün bunların üstünü örtmek için başka suni gündemler yaratmıyor mu? Zap, Avaşin, Metina bölgesinde yaşadıkları askeri yıkım, artık kendi resmi rakamlarında bile bahsetmekten kaçınamadıkları enflasyon gibi gerçekliklerin üstünü örtmek için yapıyor. Sözde muhalefet partileri de bu politikanın kullanılmasına uygun araçlar sağlıyor.
*İktidar dışında resmi muhalefet de mültecileri geri göndermekten bahsediyor. Mültecilerden “kurtulma” algısı sürekli topluma enjekte ediliyor. Çözüm nedir? Nasıl bir politika izlenmeli?
Elbette biz mülteciliğin en temel insani hak olduğunu, yalnızca hukuki olarak değil fiili olarak da herkese tanınması gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye ülkenin batısından girenleri mülteci olarak görüyor, doğudan gelenlere ise geçici koruma statüsü diye bir uygulamadan bahsediyor. Bu kavramla insanları ne kadar sürede biteceğini bilmedikleri bir geçicilik içinde yaşamaya zorlamak var. 6458 sayılı yasa geçici koruma statüsü, güvenli üçüncü bölge gibi kavramlara baktığımızda, bütün bunlar mülteciliği, mültecilerin kendilerini güvende hissetmedikleri koşulları oluşturuyor. Biz bu çekincenin kalkmasını istiyoruz. Herkese mülteci kavramı tanınsın, zamanı geldiğinde yarı vatandaşlığa geçecek koşullar oluşturulsun diyoruz.
Eğer ülkelerine dönme düşünceleri yoksa mültecilerin nasıl yaşayacaklarına ilişkin verecekleri kararların kendi inisiyatiflerinde olması gerekir. Mülteciler için AKP’nin sadaka ekonomisini temel almayan, toplumsal adaleti de yerine getiren, eşitlik temelinde bir yaşam şeklinin hayata geçirilmesini istiyoruz.