Kadına her şey engeldir Emma’ya göre, bedenden yasalara kadar bütün olgular kadının karşısındadır
Romanımız, başkarakterimiz Emma Bovary’nin, pişmanlığını her hissiyatında dile getirdiği iç karartıcı evliliğinin güzergâhında ilerliyor. Duru, naif ve oldukça soluk bir güzelliğe sahip olan Emma’yı türlü sorunların içinde çözüm aramaya çalışırken okuyoruz. Flaubert’in bu realist eserinde, 1800’lü yılların ataerkil toplumunda, evliliğin kadınlara dayattığı sorumlulukları, karakterimizin bu baskılar altında sürdürdüğü yaşamını okuyacak, büyük ihtimal bir kadın olarak, kendinizden sürekli bir parça bulacaksınız.
Romanda ilk olarak Emma ile eşi Charles’ın karakter farklılıklarını okuyoruz. Charles, basit, yetebileceği şeylerden fazlasını istemeyen, buna cesareti olmayan taşralı bir doktor. Emma ise hayaller aleminde, düşlediği kocaman, şatafatlı odalarda pahalı elbiselerle dans eden, en romantik sohbetlerin içinde kelimeleri tüketen, heyecanlı ve ihtiraslı bir karakter. Öyle ki, kasvetli, acıklı evleri Charles’ı rahatsız etmezken Emma’yı kedere boğuyor. Karakterimizin eser boyunca sürekli girip çıktığı düşük, hüzünlü havayı ilk bu sayfalarda okuyoruz. Her yeni gün, büyük bir umutla, onu mutlu edecek, karnına o çok sevdiği güzel ağrıyı sokacak bir haber bekliyor fakat günün sonunda hep o tanıdık hüsranla baş başa kalıyor. Bu küçük ıstıraptan kurtulmak için çareyi taşınmakta buluyor Emma.
Yeni hayatlarını inşa edecekleri köye yerleştiklerinde birbirinden hayli farklı karakterleri okuyoruz. Eczacı Homais ile eşi, tüccar Lheureux, Justin, Hippolyte, Leon Dupuis isimleri romanı zenginleştirirken aynı zamanda birbirinden farklı özellikleriyle dönemin Fransa’sındaki taşra hayatı hakkında fikir de veriyor. Emma, nefret ettiği evliliğinde duyduğu pişmanlığı erteleyebilmek adına bir yandan Bay Lheureux’un yardımıyla evini zenginleştiriyor diğer yandan akşam yemeklerini yeni tanıştığı dostlarıyla yemeye çalışıyor. Tam bu zamanlarda, konuşmaktan çok hoşlandığı, belki de Charles ile paylaşamadığı bütün sohbetlerin en zevklisini, dostu Leon ile gerçekleştiriyor Emma. Onunla, etrafındaki diğer insanlara aldırmadan, köşede bir kuytuda, cümlelerden cümlelere koşuyor, saatlerce şiirden, müzikten, romanlardan konuşuyor. Emma, evliliğine daha da uzaklaşıyor artık, kocasının yaptığı en küçük hareket bile ona batıyor, Charles bir gün cesaretsizken diğer gün beceriksiz oluyor.
Yine de evliliğine sadık kalıyor Emma, Leon’un ona olan arzusunu fark etmesine rağmen. Genç adamın köyden ayrılması sırasında duyduğu acıdan neredeyse zevk alıyor hatta. Çünkü Emma yaptığı bu fedakârlığın büyük bir erdem olduğunu düşünüyor. Ne de olsa evli bir kadının yapması gerekeni yapıyor! Bunu bir fedakârlık olarak görüyor ve bu ona toy acısının ardından, güzel ve olgun bir zevk veriyor. Yine de öfkeli. Yaptığı fedakârlığın bir getirisi olarak sürekli öfkeli olmayı hakettiğini düşünüyor.
Emma hamile kaldığında, taşınmalarının üzerinden çok geçmemişti. Yalnızca anneliğin nasıl bir şey olduğunu merak eden Emma'nın en çok istediği şey ise bir erkek çocuk. Yaşamak zorunda hissettiği hayatı, erkeklerin kadınlar için kendilerince belirledikleri alanları, çizdikleri sınırları fark ettikten ve ataerkinin dayattığı kamburlardan sonra doğuracağı çocuğun cinsiyetinden endişe eder oldu. Özgür olacaktı oğlu, kadınların sorumluluk adı altında yapmaya zorunlu bırakıldıkları yükümlülükleri olmayacaktı. Kadına her şey engeldi Emma’ya göre, bedenden yasalara kadar bütün olgular kadının karşısındaydı. Bir oğlu olsun, istediği buydu. Bütün pişmanlıklarını, yüzüstü bıraktığı onlarca tutkusunu oğlu gerçekleştirecek o da arzusunun öcünü alacaktı böylelikle, sonunda mutluluğun tadına varacaktı. Fakat kızı oldu Emma’nın, ne büyük felaket! Eserin devamında anne ile çocuğu arasında derin bir ilişki olmayacağını Emma’nın kız çocuk doğurduğunu bildiği anda fenalık geçirip bayılmasından anlamamız gerekirdi aslında. Bebekten sonra daha da hüzne boğuldu Emma. Evliydi bir de üstüne anne oldu…
Yatılı okuldaki heyecanlı, şımarık hallerini özlüyor, uyuşuk bir hüzünle oturduğu yerde hep bunları düşünüyordu. Farklı yetenekler edinmeye karar verdiği sırada ise günlerce beklediği, o çok sevdiği heyecan, kanlı bir ziyaretle geldi. Rodolphe Boulanger ile Charles’ı ziyaret ettiğinde tanıştılar. Evli kadının güzelliğinden başı dönem adam onun aynı zamanda kocasından ne kadar sıkılmış olduğunu düşünüp bunu bir oyun haline getirmekten koca bir zevk duydu. Zengindi, tanınmış, saygı duyulan biriydi ve erkekti. Emma’ya yasak bir şekilde yaklaşmaktan hiçbir utanç duymuyordu. Emma da Rodolphe’a büyük bir yer açtı kendinde, ona ulaşabilmek için türlü türlü riskler aldı, çoktan âşık olmuştu. Sonunda planını yaptı, Rodolphe artık onun geleceğiydi. Fakat kaçmaya hazır olduğu vakit Rodolphe’un onu terk etmesiyle yataklara düştü Emma.
Onun için Rodolphe gibi birine kanmak hiç zor değildi aslında. Emma’nın elinde yalnızca kitapları, piyanosu ve nakışları vardı. Çok az şeyle yetinmesi gerekiyordu. Dönemin diğer bütün kadınlarına verilen özgürlük bu derece kısıtlıydı. Charles’ı sevmiyordu, daha da öte evlilik hayatından nefret etmişti. Bütün çözümler Emma’dan, kadından, o kadar uzaktı ki, Emma ıstırap çektiği bu hayata yalnızca üzülebilirdi, elinden gelen, yetebileceği yalnızca bu vardı. Rodolphe’dan sonra çok zor toparlandı. Öyle ki hastalığının ardından eski dostu Leon’u görünce ne hissetmesi gerektiğine şaşırdı. Onun eski hayran bakışlarını anımsadığında geri dönüş olmadığının farkındaydı. Bu sefer de Leon için yine benzer fakat daha büyük risklerin altına girdi. Tüccar Lheureux’a ya tonla birikmiş borcu vardı. Problemler ardı ardına geliyor, yaşadığı stresin sonu gelmiyordu. Tüm bunlara son vermek adına ipleri eline aldığında, kendini avuç avuç yediği arsenik tozundan düştüğü yatakta buldu. Çok geçmeden bütün tanıdıkları gözü önünde, olduğundan daha da soluk bir şekilde gözlerini yumdu.
Emma etrafındaki erkekler tarafından ekonomik, psikolojik, cinsel ve statü bakımından sürekli tacize maruz kalan bir kadın. Charles, Leon ve Rodolphe, bir zaman sevdiği bütün adamlar, onun üzerinde duygusal bir baskı uyguladılar. Sevgilileri onun aşka, sevgiye, sevilmeye olan tutkusunu kullanmakta kendilerini haklı gördüler çünkü o evliydi, üstelik anneydi. Böyle bir kadın saygı duyulacak bir kadın olamazdı. Arkadaşı tüccar tarafından da tacize uğradı Emma, Lheureux kadını ilk ekonomik konumundan ardından da ahlakından vurdu. 19. yüzyıla baktığımızda kadın için çoğu şeyin kısıtlanmış olduğunu görürüz. Toplumsal bakımdan oldukça sınırlı bir alanda, yine belirlenmiş çok az şey yapılabiliyor. Kadının özgürce yapabileceği şeylerin toplum tarafından onaylanması gerekiyor. Kadınlar evde, dört duvar arasında nasır tutmayı, çocuğa bakmayı, mutfakla ilgilenmeyi, lezzetli yemekler yapmayı, eve para getiren, güçlü, ekonomik özgürlüğe sahip, yorgun kocasını tatmin etmeyi, zayıf, narin, temiz, güzel olmayı sevmek zorunda çünkü onlara öğretilen, dayatılan bu. Ellerinde yalnızca bu var. Toplumsal alan erkekler tarafından çalınmış ve bunun kavgası bile olmamış. Emma da kendisine arta kalan bu küçücük alanda bir şeyler yapmaya çalışırken, erkekler tarafından evlilik hayatını sevmeye, riskler almaya, sürekli fedakârlık yapmaya zorlandı ve tacize uğradı. Erkekler duygusallığını kullanıp onu tükettiler, Leon Emma’dan sonra evlendi, Rodolphe ise eski şatafatlı hayatına devam etti, Emma da sürekli bir şeyler kaybetmek zorunda kaldı, elinde kalan yalnızca canıydı, bunu da kendi isteğiyle kaybetmeyi seçti.
*Kaynakça: Social Sciences Studies Journal dergisi / Madame Bovary, Feminizm ve on dokuzuncu yüzyıl Fransa'sında kadının yeri / Serap Sarıbaş