Sıkışmışlık, gürültü ve kaos… İçine sıkıştığı bu karmaşıklıktan kurtulan Manana'nın hikâyesi bu film. Belki de Manana gibi kadınların da dolaptaki pastayı tek başına yeme ve kendisine ait bir oda kurma vakti gelmiştir
Anne ya da kadın olmak… Omuzlarına binbir türlü sorumluluk yüklenmeye çalışılan iki sıfat. Belirli kalıplar ve normlar içine sıkıştırılmış, bu normların dışına taşırıldığında ise kıyametin koptuğu iki sıfat. Anne kendini aileye adar, temizlik yapar, çocuklarını büyütür, evlendirir; bununla da bitmez torunlarını büyütür, eşi ondan önce hastalanırsa artık bir de hasta bakıcı olur… Sonu gelmeyen bir zincir bu.
Yönetmenliğini Nana Ekvtimshvili ve Simon Groß'un üstlendiği 2017 yılı Netflix yapımlarından olan Benim Mutlu Ailem filmi, kalıbından taşan, mücadele ederek yeni bir hayata kavuşan bir kadının hikâyesini anlatıyor.
“… Mutlu anne dediğin huzurlu bir annedir. Kendini aileye adayan, çocuklarını büyüten…” filmin bir bölümde açık televizyon ekranından böyle bir kamu spotu dönüyor. Filmin ana teması aslında "mutlu" ve sorunsuz gibi görünen bir aile içinde sıkışmış bir kadının kaçması. Daha doğrusu kendisiyle birazcık bile yalnız kalamamış, kendisine ait ufacık bir parçasının bile olmadığı bir mekândan her şeye rağmen kaçabilmiş ve yeni bir hayat doğurabilmiş bir kadın.
Bahsettiğimiz bu kadının adı Manana. Gürcistan'ın başkenti Tiflis'te edebiyat öğretmeni. Gürültülü, sürekli dinamik, her odasından birilerinin çıktığı, karmaşıklığın ve kaosun hakim olduğu bir evde yaşıyor. Çocukları, eşi, annesi, babası ve çocuklarının eşleri…
Manana'nın nefes alacak bir yerinin olmadığını ve mutsuzluğunu bütün rahatsızlığıyla hissettiğimiz bir ev burası. Etrafında dönüp duran karmaşanın içine zorla sokulmaya çalışan, ne istediği ve ne hissettiği sorulmayan bir kadın. Dışardan sözüne değer veriyormuş gibi duran, o mutlu olsun diye bir şeyler yapıyormuş gibi görünen eşi ise hayatını değiştirme adımını atmasını sağlıyor. İstemediği halde yine büyük bir kaos içinde düzenlenen Manana'nın doğum günü, dışarıdan çok şirin, anlamlı görünse de Manana'yı boğuyor ve bu kaosun içinde sıkıştırıyor.
Tüm bu sıkışmışlıktan kurtulmak isteyen Manana, kendine Tiflis dışında bir yerde ev tutuyor. Ev ahalisi ise her eril toplumda olan alışılagelmiş tepkileri gösteriyor. Sözün özü, Manana'nın evden gitmesi bile kaosun kendisi oluyor. Bir kadının eşinden, çocuklarından ayrı ve tek başına yaşaması nasıl kabul edilebilir değil mi? Bir kadın tek başına nasıl bir ev geçindirebilir ki eşinin maaşı da olmadan sonuçta. Üstelik bu yaşta tek başına bir kadının başka bir evde yaşaması konu komşu için ne anlama gelir! Hem "namus" için de risk teşkil eder. Manana'nın annesi de akrabalarına, komşularına rezil olur…
Bitmek tükenmek bilmeyen bu gürültüye rağmen Manana kararından vazgeçmeden kaçıyor bu kaostan. Kırık dökük, eşyasız, boyaları akmış bu evi çok kısa zamanda yemyeşil, ferah, sakin ve huzurlu bir yuvaya dönüşüyor. Burası artık Manana'nın dingin yuvası haline geliyor. Onu şarap yudumlayıp yemek yerken, klasik müzik dinleyip kitap okurken hatta gitar çalıp şarkı söylerken görüyoruz. Yüzüne bambaşka bir renk ve tebessüm geliyor Manana'nın…
Bir kadın neden gider?
Manana'nın evden gitmesi herkes için büyük bir şok yaratıyor. Sadece ev ahalisi değil, akrabaları için de sorun teşkil ediyor. Herkes Manana'nın evden gitmesinin bir gerekçesi olduğunu düşünüyor. Eşi mi aldattı, biriyle mi kavga etti, eşi zorla istemediği bir şeye mi zorladı, hayatında biri mi var yoksa! Abisi bir gün taşındığı evin etrafında gördüğü mahallenin genç delikanlılarına "O benim kardeşim bu eve bir erkek girmeyecek" diyerek direktif bile veriyor.
Bir kadının bir yerden gitmesinin yalnızlığa, dinginliğe, ferahlığa kök salma ihtiyacından olması ise kimsenin aklından bile geçmiyor. Nispeten Türkiye gibi her az gelişmiş ülkede patriyarkanın karşımıza çıkardığı bu algı Gürcistan'ın bir köşesinden de yüzümüze çarpıyor bu filmle.
Aslında kadınlar şiddet gördüğü için, aldatıldığı için, sevilmediği ve değer görmediği için de gider ancak Manana'nın gidişini anlamlandırmak zor çünkü o alışılagelmemiş bir şekilde gidiyor. Manana gidiyor çünkü Virginia Woolf'un dediği gibi; bir kadının kendine ait bir odası olmalıdır.
*Yazının sonuna Manana'nın güzel sesinden filmin içine bir yolculuk linki bırakıyorum.