Sendika.org / Murat Bay
Var olan ve içinde yaşadığımız sistemler, kadını metalaştırarak toplumsal cinsiyetçi zihniyeti yaşamın tüm alanlarında kurumsallaştırmak için çabalıyor… İşte biz kadınlar bunun karşısında dimdik ayakta duruyoruz…
Toplumun özgür olmadığı bir ortamda biz kadınlar gerçek anlamıyla ne kadar özgür olabiliriz? Biz kadınların özgürlüğü, toplumun özgürleşmesi ile bağlantılı ise bu mücadele nasıl yürütülmelidir, kadın hem kendini hem de toplumu nasıl özgürleştirebilir?
Bugün kendisini kadının ve dolayısıyla toplumun köleliği üzerinden var eden kapitalist modernist sistem, kendisinden önceki tüm sistemlerin en rafine, en yoğunlaşmış egemenlik halini ifade etmektedir. O nedenle bugüne kadar süregelen kölelik formlarını aşan bir şekilde uyguladığı yöntemlerle, kadını ve kadın üzerinden de toplumu yeniden yeniden sömürerek, köleleştirerek ayakta kalmaya çabalıyor.
Son 20 yıldır kadınlar, hiç olmadığı kadar özgürleşme iradelerini sokaklarda dile getiriyor, kendi hakları için canları pahasına mücadele ediyorlar. Mücadelenin zirveleştiği 8 Mart ve 25 Kasımlarda alanlara sığmayan dünya kadınları, Latin Amerika'dan Avrupa'ya, Ortadoğu'dan Asya'ya, Afrika'ya kadar her yerde erkek egemenliğine duyduğu tepkiyi ve öfkeyi dile getiriyor. Toplumsal tepki ve başkaldırıların yaşandığı her eylemde de yine kadınları en önde görüyoruz. Böylece kadınlar, yaşadıkları sömürünün, soykırımın en başat sorumlusunun erkek-devlet olduğunu daha açık bir şekilde ifade ediyorlar.
Peki dalga dalga yayılan ve her zaman etkileşim halinde olan kadınların bu isyanı, kadın özgürlüğüne dayalı özgür bir toplumsal sistemi nasıl kuracak? Erkek egemenlikli sistem nasıl aşılacak?
Bunun için de amansız bir mücadele yürütülmektedir. Kadınların yürüttüğü bu amansız mücadele dağlarda, sokakta, evde zorlu savaşımın yarattığı tecrübe ve ortaya çıkan özgürlük düzeyi, bugün toplumsallaşarak yeni bir yaşamın yolunu açmıştır.
Kuzey ve Doğu Suriye'de erkek egemenliğinin zirve yapmış hali olan IŞİD çetelerine karşı savaşan Kürt kadınlar, özgürlüğün her şeyden daha değerli olduğunu tüm dünyaya göstermiştir. Ortadoğu'nun yeni özgür kadın kimliğinin temsiliyetini almıştır. Mücadele içinde bilinçlenen Kürt kadınlar, her alanda büyük kazanımlar elde etmiş, kadının bu mücadelesi toplumu etkilemiş, değiştirip dönüştürmeye başlamıştır. Bundan 30 yıl önce evlerinden çıkamayan Kürt kadınlar, önce sokaklara çıkmış daha sonra ise kadın özgürlüğüne dayalı sistemin inşasının öncüleri olmuşlardır. Şu çok açıktır ki; Kürt kadınlar bir taraftan kendi özgürlükleri için mücadele ederken, diğer yandan ise toplumsallığın kadın özgürlükçü ilkeler üzerinden yeniden hayat bulması için çalışıyor, bunun için mücadele ediyor. Bunun için toplumsal cinsiyetçiliğin kodlarını sorguluyor, erkeklerde bir sorgulama yaratarak değişimi hedefliyor. Bu nedenle Kürt kadınların öncüleri, ya Hevrîn Xelef gibi katledilmekte ya da Leyla Güven, Ayşe Gökkan gibi zindanlara konularak, siyasi olarak etkisizleştirilmek istenmektedir.
AKP-MHP iktidarının son yıllarda kadın siyasetçileri tutuklamak, kadın katillerini salıvermek ve İstanbul Sözleşmesi'nden geri çekilmek gibi uygulamalarla kadınları özel olarak hedeflemesi de tesadüf değildir. Erkek egemen ve faşizme doğru yol alan bu iktidar, toplumun dolayısıyla kadının mutlak itaatini istiyor. Bunun için çocuk yaştaki kız çocuklarına tecavüzü "evlilik" adı altında meşrulaştırıyor, doğallaştırıyor. Kadınların eve hapsolmasını emrediyor çünkü kölelik kadın için evden başlıyor.
İşte tüm bunlara itiraz eden özgürlükçü kadınlar ve en başta da Kürt kadınlar bu yapılanların, özünde kadın özgürlüğüne yapılan ideolojik bir saldırı olduğunun farkında. Kadınlar özgür, eşit ve demokratik bir toplum yaratma hedefi ile özgür yaşam alternatifini oluştururken, erkek egemenlikli sistem her türlü saldırı ile kadını dolayısıyla tüm toplumu mutlak kölelik statüsünde tutmak istiyor. Asıl mücadele ve savaşım bu noktada yaşanıyor.
Bu mücadeleyi sahiplenmek, geliştirmek, bundan güç alarak tüm dünya kadınlarını mücadeleye çekmek önemlidir.
Var olan ve içinde yaşadığımız sistemler, kadını metalaştırarak toplumsal cinsiyetçi zihniyeti yaşamın tüm alanlarında kurumlaştırmak için çabalıyor. Toplumsallığın o en güzel doğal yaşam halini bitirerek bireysellikten, erkek egemenliğinden, ekolojik yıkımdan örülü bir dünya kurmak istiyorlar. İşte biz kadınlar bunun karşısında dimdik ayakta duruyoruz. Kendi alternatifimizle yarını kurmaya, toplumsallığın o rengârenk bahçesini yeniden ekmeye çağırıyoruz herkesi. Gelin özgürlük meşalemizle erkek egemen dünyanın karanlıkta bıraktığı insanı-toplumu-kadını aydınlatalım. Gelin sözümüzü ve eylemimizi özgürlük adına sarf edelim. Gelin kadının değiştirici-dönüştürücü gücüyle özgür yarınları hep beraber inşa edelim.