Çözüm konusunda gerçek bir irade ortaya konulursa, çözümün adresi bellidir. O da İmralı’dır. “Muhatap kim?” diye sormak berrak suyu bulandırmaktır… Tartışmalara kadınların birinci dereceden müdahil olması ise bir zorunluluktur
Son dönemde Türkiye’de en çok konuşulan gündemlerin başında Kürt sorununun çözümünde muhataplık konusu geliyor. AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kürt sorununu çözdüklerini ileri sürerek, bir kez daha inkara sarılırken, ana muhalefet partisi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “HDP’yi muhatap alabiliriz” diyerek Kürt sorununu çözeceklerini iddia ediyor. Erken seçim tartışmalarına paralel bir şekilde yürütülen bu konun temelinde yüzde 15 bandına dayanan HDP oylarına duyulan ihtiyaç olsa da, bu tartışmalar neredeyse bir asırdır çözülmeyen Kürt sorununun Türkiye’nin temel sorunu olduğunu da gösteriyor.
Sadece bu da değil, Türkiye’deki toplumsal, siyasal, ekonomik krizinde temelinde Kürt sorunu yatıyor. Aslında konuşulması gereken birçok boyut var ortada. Ortadoğu’nun yeniden dizayn edildiği bu süreçte Kürtler kilit bir noktada duruyor. Artık bölgede önemli bir askeri ve siyasi güç olan Kürtler göz önünde bulundurulmadan Ortadoğu’da siyaset yapmak neredeyse imkansız.
Bir asırdır çözmediği Kürt sorunu nedeniyle çöküş noktasına gelen Türk devleti artık bir dönüm noktasında; ya Kürt sorununu çözerek demokratikleşecek ya da mevcut sınırlarını dahi koruyamayacak duruma düşecek. Tabi ki, şimdiye kadar kendi çıkarları doğrultusunda AKP-MHP iktidarını koruyup kollayan hegemon güçlerin tutumunu da unutmamak gerek, Türkiye’nin bu noktaya gelmesinde bu güçlerin rolü önemli bir etken…
Muhatap belli, su neden bulandırılıyor?
“Muhatap kim?” üzerinden yürüyen bu tartışma çözümün gerçek içeriğini öteleyici bir riskin yanı sıra tartışmaları da geriye çekmektedir. Eğer Türk devleti açısından çözüm konusunda gerçek bir irade ortaya konulursa, Kürt halkının muhatabı yani demokratik çözümün adresi bellidir. O da İmralı’dır. “Muhatap kim?” diye sormak berrak suyu bulandırmaktır, akılları karıştırmaktır. Sorunun çözümünü bir yüz yıl daha geriye çekmektir. Gerçek muhatabı görmezden gelip, sorunu çözmek istiyormuş havası vermektir. O yüzden “muhatap kim” sorusu yerine, “çözüm için projedir nedir, bu projeyi uygulayacak irade sizde bulunur mu?” denilmedir. Çünkü Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan, avukatları ile 7 Ağustos 2019’da yaptığı son görüşmede şunu açıkça ifade etmiştir; “Kürtlere yer açmaya çalışıyorum. Gelin Kürt sorununu çözelim. Bir hafta içerisinde çatışmaları dururum diyorum. Ben çözerim, kendime güveniyorum, çözüm için hazırım. Ancak devlet de, devlet aklı da gereğini yapmalıdır.” Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın bu tavrı “muhatap kimdir?” sorusunun açık yanıtıdır.
Hatırlanacağı üzere Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan’ın bu sözlerinden sonra İmralı ile tüm iletişim kanalları kapatıldı. Avukatların gidişi ve aile görüşleri bir kez daha engellendi. Yani Kürt sorununun çözüm muhatabı bir kez daha İmralı’da tecride alındı. Çözüm değil, savaş tercih edildi.
Türk’ün varlığını Kürt’ün imhası üzerine inşa etmek istediler
Kılıçdaroğlu’nun sözleri ile yeniden canlanan muhataplık tartışmaları, Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan’a yönelik 9 Ekim 1998’de gerçekleşen komplonun 23’üncü yıldönümünün yaklaştığı bir süreçte yapılıyor. Kürt halkının iradesi, kimliği ve dilini hedef alan derinleştirilmiş sömürgeleştirme planı olan 9 Ekim komplosu, uluslararası kapitalist güçlerin öncülüğünde, Kürt-Türk birlikteliğinin bir daha asla gerçekleştirilmemesi üzerinden kurgulanmıştı. Amaç, Kürtlerin imhası üzerinden Türk varlığını derinlikli inşa etmekti. Yani Türk’ün varlığını Kürt’ün imhası üzerine inşa etmek istediler. Nitekim 9 Ekim 2019’da ABD ve Türkiye’nin Suriye ve Rojava’yı işgal etmek için savaş kararında ortaklaşmaları, sonrasında yaşanan gelişmeler; Serekaniyê ve Gire Spî’nin işgali ile amacın Ortadoğu’da Kürt halkının varlığına kast etmek ve onu yok etmek olduğunu kanıtladı.
Demokratik Uygarlık Manifestosu dünyada kabul gördü
Uluslararası komplonun üzerinden 23 yıl geçti. Ve bu süreçte Kürtlerin iradesi daha da güçlendi. Siyasal ve askeri olarak güç kazanan Kürt halkının artık kolay kolay tarih sahnesinden silinemeyeceği anlaşılınca egemen güçlerin tüm planları suyu düştü. Özellikle Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Demokratik Uygarlık Manifestosu, felsefesi dünyaya açılınca kapitalist güçler asıl hedeflerine ulaşamadı. Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü çizgi ve Demokratik Konfederalizm modeli dünyada kabul gördü.
Türk devletinin izlediği çözümsüzlük siyaseti ise onu çöküş noktasına getirdi. Türkiye’de toplumsal kriz de bununla paralel olarak derinleşti. İşsizlik nedeniyle geçimini sağlayamayan onlarca kişi yaşamlarına son verirken, kadına yönelik şiddet her gün biraz daha arttı. Şimdi kadınlar sokak ortasında katlediliyor. Kadın katilleri ve tecavüzcüler özel yasal düzenlemelerle salıveriliyor. Bu noktada erkekliği palazlandıran siyasi, ekonomik ve toplumsal kriz en çok da kadınları vuruyor.
Sorunun çözümüne kadınlar müdahil olmalı
Gelinen nokta AKP iktidarının 20 yıllık Türkiye’yi yönetme biçiminin son hali, özeti bu. Kürtleri ve Kürt halkının muhataplarını yok sayma, Kürtsüz Kürt sorunun çözme zihniyeti yaşanan krizin temel nedenidir. Çözümsüzlük siyasetini diri tutan bu erkek egemen siyasete karşı mücadelede en büyük sorumluluk elbetteki biz kadınlara düşüyor. Bu nedenle bugün yürütülen muhataplık tartışmalarına kadınların birinci dereceden müdahil olması hem gereklilik hem de bir zorunluluktur. Çünkü Kürt sorunun çözümü sadece barışı ve adaleti getirmeyecek, aynı zamadan tüm Türkiyeli kadınlar için de özgürlüğün habercisi olacak. Bu nedenle tüm kadınlar kolları sıvamalı ve Kürt sorunun asıl muhatapları ile çözülmesi için evde, sokakta, üniversitelerde, iş yerlerinde yani her yerde mücadele etmelidir. Yan yana durarak çözüme ve barışa giden yolun önünü açmalıdır.